Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Ata Kokusudur Erzurum!

Yayınlanma

Tarih

Ömrüm boyunca en çok merak ettiğim illerden biri idi Erzurum. Daha önceden de çok kısa ziyaretlerim olmuştu ama hepsi tadımlıktı. Ta ki Atatürk Üniversitesin de davetli olarak çağırdıkları konferansımı verene kadar. Hemen hemen herkesin bir bağı vardır Erzurum ile. Özelliklede meşhur 93 Rus harbinden sonra Erzurum ve Kars bölgelerinden batıya doğru büyük göçler olmuş ve büyük çoğunluğu da dönmemiştir. Rahmetli babam Erzurum’u hep büyük bir özlem ile anlatırlardı. Amcamın anlatımlarına göre ise; Hasankale taraflarından 1910’lu yıllarda büyük bir göç başlamış, Ankara Beypazarı, daha sonra Polatlı ve Yunanlıların Ankara’ya yaklaşmasından sonra ise kadın ve çocuklar  başta olmak üzere tekrar Sivas, Yozgat ve Tokat’a geri dönüş serüvenleri olmuş. Aslında gerçek tarihimiz bu olaylarda gizli. Keşke rahmetli babaannemden  yaşanmış hatıraları uzun uzun dinleme şansına sahip olsaydım. Babaannem vefat ettiğinde 7-8 yaşlarında idim. Hatıraları hala aklımda; “Rus askerlerinin gelip pencerelerine vurup Rusça ekmek istemelerini ve ev halkının korkusuzca askerlere yemekler verdiklerini ama Ermeni askerlerinden çok korktuklarını, onları görünce kaçtıklarını” anlatırdı. Çocukluk aklım işte… Sonralarda keşke o anlattıklarının hepsini bir kenara yazsayadım da herkesle bunları paylaşsa idim diye çok düşünmüşümdür.

Eski Erzurum evlerini gezerken hayal meyal anılarımda kalan bu sohbetleri anımsıyorum, o duygular ile  yapıyorum ziyaretimi… Öğrencilerim ile gezerken müthiş bir duygusallık yaşıyorum, film şeridi gibi tarihi geçmişimiz gözlerimin önünden akıp gidiyor. İlk  dikkat çekilen nokta Eski Erzurum Evlerinin depreme dayanıklı olması için kalın kesme taş duvarlarla inşa edilmiş olması ve  belli aralıklarla yatay ahşap hatıllarla birbirine bağlanması. Eskiden beri Tandırevini çok merak etmişimdir, görmek bu ziyaretime  nasip oldu. Tandırevinin, oturma, dinlenme, yemek yeme gerekirse yatma gibi işlevlerin sürdürüldüğü çok amaçlı kullanılan bir mekan olduğu görevliler tarafından anlatıldı ve notlarım arasında yerini aldı.  Osmanlı zamanında çok büyük ustalar yetişmiş Erzurum’da; culhacılar, keçeciler, saraçlar, çakmakçılar, bıçakçılar, çıkrıkçılar, çarıkçılar, hasırcılar, nalbantlar, kavaflar, abacılar, bakırcılar, demirciler, kuyumcular… Dokumacılık ise müthiş ivme kazanmış bu tarihi şehirde, hemen gözlerinize değişik türden halılar, heybeler, seccadeler, el yapımı örgülü çoraplar  ilişiyor. Yada dokuma araçlarına merakınız varsa,yün tarağı, çıkrık, Teş-iğ ve ismini bilmediğim daha niceleri arasında zaman tünelinden geçiyorsunuz adeta…

Tavana asılmış beşikler, kömür külünden ısınan ütüler, oltu taşlarından yapılan tesbihler, ibrikler, plaklar, bakır işletmeciline ait kap kaçak, sokak çeşmesi, değişik silahlar vs.,

Erzurum evlerinden sonra, “tarihimize yön veren Erzurum kongresinin yapıldığı binaya götürün  beni” diyorum. Hüzünlenmemek elde değil, Mustafa Kemal Paşa’nın kongre başkanlığını yaptığı ve 62 delegenin katıldığı sıralara tek tek isimleri yazılmış… O sıralara oturup tarihimizi tekrar gözden geçirmek insana ayrı bir haz veriyor.

Erzurum’un simgesi haline gelen yapılış tarihi tam bilinmeyen Selçuklu mimarisi Çifte Minareli Medreseye gitmeden olmaz diyorlar. Burada gözünüze ilk çarpan şey geometrik motifler. İki başlı kartal ve altta iki ejder figürü de oldukça enteresan. Bir rivayete göre, Çifte Minarenin birisini çırak, diğerini usta yapmış, gel gör ki çırağın minaresi daha süslü ve daha gösterişli imiş. Usta dayanamamış ve çırak beni geçti deyip, yarım kalan minareden kendisini aşağı atmış, çırak da ustasının öldüğünü görmüş ve hatasını anlamış, oda kendisini atmış. Minareler yarım kalmış, daha sonra tamamlanmış. Bunu duyunca gerçekten çok duygulandım…

Erzurum deyince Cağ Kebabı ve Cevizli Kadayıf  Dolmasını yemeden gitmek olmaz derler. Şehir ile özdeşlemişler ki ben de çok sevdim, tadı hala damağımda…

Erzurumda alış veriş yapacaksanız; oltu taşı işçiliği meşhur olduğundan dolayı, Oltu taşından yapılan tespihler, ağızlıklar, bilezik, gerdanlıklar, broş, küpe, saç tokası yörenin önemli hediyelik eşyalarıdır.

Erzurum’un havası gerçekten de çok soğuk, ona göre giyinmelisiniz, “Erzurum’da yaz var mı?” diye espri yapamadan duramıyorum.

Erzurum’a yolunuz düşerse Tortum Şelalesi, Aziziye Tabyası, Erzurum Kalesi, Üç kümbetler, Bakırcı Cami, Caferiye Cami, İbrahim Paşa Cami, Ulu Cami, Lala Paşa Cami gibi tarihi yerleri görmek için mutlaka zaman ayırmalısınız.

Rafting yapmak isteyenler için İspir İlçesi, kaymaya merakı olanlar içinse Palandöken Kayak Merkezine biçilmiş kaftan. Buralar Erzurum’a ayrı bir hava katmış, turizmin çok canlandığına da şahit oluyorsunuz.

Erzurum’u anlatmakla olmuyor; buram buram ata kokan, tarih kokan  bu şehre gelmeniz buraları gezip, havasını koklayıp, hatta  üşüyüp, çağ kebabını yiyip, arkasından cevizli kadayıfını da tadarak, ısınıp tekrar evinize dönmeniz gerekiyor.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Gönül Dağının Gerçek Bir Mucidi

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Sosyal medyadan tanıdığım ve uzun zamandır köyünü ve mucit odasını görmek istediğim Yasin Alpaslan abiyi sonunda ziyaret etme fırsatını yakaladım. Yozgat’tan Sarıkaya ilçesinin Kürkçü köyüne gitmemiz yaklaşık bir buçuk saatimizi almıştı.

Bir Yozgatlı olarak bende doğrusu bu köy yollarına ilk defa gidiyordum. Çok güzel ve verimli arazi yolları arasından geçerek Kürkçü köyümüze vardık ve ilk durağımız tabi ki Mucit dükkânı idi.

Yasin abi bizi sabırsızlıkla dışarıda bekliyordu.

Önce kendi odasında Yozgat’ımızın vazgeçilmezlerinden olan ve sobada piştiği belli olan patates ve diğer ikramlar vardı. Gönül Dağı dizisinde de sık sık gündeme gelen patates gerçekten de köylerde pişirilmesi ve yenmesi bir başka idi.

Ziyafetten sonra ben ve ekibimin sabırsızlık ile görmeyi beklediğimiz mucit odasına geçiyorduk.

Oğlunun sözleri ise beni daha da heyecanlandırıyordu.

“Babam dükkânda çok durmaz, bütün gününü bu mucit odasında geçirir ve hemen hemen her gün yeni icatlarının ve projelerinin peşinde koşar hatta bazen aylık kazancımın yarısını babamın malzemelerine vermek zorunda kalırım” dedi.

Düşünsenize eserler ortaya çıkıyor ama para kazanmayı bırakın birde cebinizden paranız çıkıyor.

İnanılmaz bir fedakârlık, bir ülke sevdalılığı ya da ülkesine bir şeyler kazandırmanın tatlı telaşlılığı…

Yasin abinin hayatı bir roman olacak nitelikte.

Yozgat’ın Sarıkaya ilçesinin Kürkçü köyünden. Anlattıkça açılıyor bazen sitemli cümlelerine de şahit oluyoruz ama içindeki azim ve ümitsizlik hiç bitmemiş.

67 yaşlarında olan Yasin abi ilk dersini babasından aldığını söylüyor, küçüklüğünde babasının kendilerine kitap okuduğunu ve testi ile su satmaya gönderdiğini, kısacası hayat hikâyesini bizlere bir bir anlatıyor.

Çok küçük yaşlarda evlendiğini ve çok farklı işlerde çalıştığını söyleyen mucidimiz dükkânı açtıktan sonra köyde teknisyen gibi çalıştığını ve köylünün her teknik problemlerine elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştığını söyledi.

Askerliğinde bile köprüler, tüneller, elektrik ve su hatlarının maketlerini yaparak komutanlarının takdirini de kazanmış.

Yurt dışında da çok çalışan Yasin ustamız Rusya, Türkmenistan, Almanya gibi ülkelerde de bulunarak teknik anlamda çok tecrübeler kazanmış.

TÜBİTAK, Aselsan gibi kurumlarda projeleri ile ilgilenmişler ama imkânsızlıklar yüzünden ve tecrübesizliğinden projelerini tamamlayamamış.

Projelerini anlatırken kendisinden geçiyordu Yasin abi.

Alarmlı yaptığı pencerelerden tutun, ayakkabıya kadar ya da çantalara kadar çok ilginç tasarımları vardı. Bu sistemler uygulansa galiba hırsızlık olayları bitirecek projelerdi.

Güneş enerji sistemleri, kalorifer ısı sistemleri gibi enerjiye yönelik projeleri yabana atılır cinsten değildi. Eli tutulduğunda, maddi imkânlar verildiğinde ve modernize edildiğinde çok büyük projelere adım atılacağına eminim.

Kendi evindeki rüzgâr türbini, mekanik aletlerde dikkatli incelenmesi gereken projeleri.

Tıbbi bitkilere de el atmış, elindeki bazı numuneleri ve yaptıklarını bizlere anlattı. Bizim önerilerimiz doğrultusunda kozmetik ürünlere de el atacağını söyledi.

Beraber ne tür projeler yapabiliriz bunu ileride göreceğiz ama böyle bir mucit ile çalışmanın benim için büyük bir fırsat olacağına eminim.

Bu alanda çalışacak tüm akademisyenler ve iş adamlarına da kapısı tamamen açık tabi ki.

Çantasındaki prototip çizimleri göstermesi beni bir kez daha kendisini hayran bırakmasına yetti.

Gerçekten de Gönül Dağı dizinde bahsedilen mucitlerden birisi ile tanışmış olmaktan çok memnunum.

Ülkemizde o kadar çok mucidimiz var ki. Üniversitelerimiz, sanayicilerimiz, resmi kurumlarımız ve mucitlerimiz hepsi birleşebilse müthiş bir sinerji ile ülkemizin üretim kapasitesinin artması için önemli adımlar atılmasına bir çığır açacaktır.

Sadece birbirimizle irtibatta olmak, aynı dili konuşabilmek, laboratuvarlarımızı mucitlere açabilmek, maddi ve manevi yardımlarda bulunmak ile ülkemizin geleceği çok aydınlıktır.

Gönül Dağı ekibine ricam o ki bir bölümde de olsa senaryolarında bu gerçek mucidimize yer vermeleridir. Eminim hem filmlerine renk katacaklar hem de ülkemizdeki tüm mucitlerin şevklerini artıracaklardır.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş