Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Ayla filmini izlerken hayal dünyama takılanlar!

Yayınlanma

Tarih

Geçen hafta ailece 1950 yılında Kore Savaşında yaşanan gerçek bir hikâyeden uyarlanan “Ayla” filmini izledik. Bazen ailem ile uygun filmlere gitmeyi ve gündemi takip etmeyi seviyorum. Hem duygusal ve aksiyonu yüksek hem de belgesel tadında idi film. Bazen ağlattı, bazen düşündürdü bazen ise güldürdü. 5 yaşındaki Koreli kızın müthiş oyunculuğuna şahit oluyorduk filmi izlerken. Hele askerler ile Kore aksanı ile Türkçe konuşmaya başlaması beni alıp götürmüştü. Askerlerimizin o küçücük yetim kıza sahip çıkması ve savaşın acımasızlığından korumaları izlenmeye değerdi.

Yönetmenliğinde başarılı bir isim var karşımızda: Can Ulkay. Senaristliğini ise dizilerin senaristliğinden tanıdığımız Yiğit Güralp yapmış. Oyuncular ise bir hayli zengin ve tanıdıklarımız var: Çetin Tekindor, Taner Birsel, İsmail Hacıoğlu ve Ali Atay, Duygu Yetiş, Büşra Develi, Erkan Petekkaya, Esra Dermancıoğlu, Damla Sönmez, Altan Erkekli, Sinem Öztürk Uslu ve diğerleri…

Ayla filmi savaşta yaşanan olayları gözler önüne sermiş. Kore savaşında Türk askerlerinin oradaki fedakârlık ve kahramanlıkları zaten dillere destan idi. Bunlar bir nebzede olsa açığa kavuşturulmuş. Görsellik olağanüstü idi, savaş sahnesinde sizde heyecanlanıyorsunuz. Vedalaşma anında ağlamamak mümkün değil. Sonunda ise gerçek resimler ve kavuşmalar ile belgelendirilmesi sizleri de alıp götürüyor. Sanki yaşıyorsunuz. Bu tip filmlerimizin artması hem tarihimiz açısından hem de kalite açısından son derece önemlidir.

Filmi izlerken daha önce tanıştığım 3 Güney Koreli arkadaşımı düşündüm. En fazla anlaştığım ve kendime yakın hissettiğim arkadaşlardandı. Her zaman saygılılar, insana müthiş değer veriyorlar. Değer görmeyi de isteyen bir ülke…

En çok sevdiğim özelliklerden biri: bir şey verdiklerinde iki elleri ile vermeleri. Tek el ile bir şey verilirse gönülsüz verildiğine inanılıyor. Siz siz olun bir Güney Koreliye tek el ile bir şey vermeyin sakın. En azından bilmeden karşınızdakini üzersiniz.

Güney Kore deyince hemen hemen hepimizin aklına Samsung, Lg, Hyundai ve Kia geliyor. Türkiye ile karşılaştırdığımız zaman aramızdaki fark belli oluyor zaten. Hala Türkiye adına bir arabamızın olmaması ise içler acısı. Ne yazık ki araba imalatını istemeyen insanlar da var ülkemizde. Elektronik sektöründen bahsedemiyorum bile…

Eğer bir inovasyonunuz olmaz ise dünya da rekabet etme gücünüz azalır, hatta hiç olmaz. Milli gelirimizin kaç yıldır aynı seyrinde gitmesi de bu noktadan bir hamle yapamadığımızdan dolayıdır. Güney Korelilerin yıllık gelirlerinin büyük olmasının en büyük nedeni budur. AR-Ge’ye müthiş para aktarıyorlar ve üniversiteleri bir hayli gelişmiş.

Çılgın projelere bizler de adım atmamız gerekiyor. Geç kalmış sayılmayız herkes birbirini eleştireceği yer de ben ne yapmalıyım deme prensibini gütmelidir.

Güney Kore’de suç unsurunun da ihmal edilebilecek oranda düşük olmasının nedenleri: güçlü bir ekonomisinin ve caydırıcı kanunların olması. Bu konuda da ülke olarak ders almamız gereken noktalar var…

Çok çalışkan bir millet Koreliler, özellikle de Seul’da yaşayan insanların çok uykusuz kalarak çalıştıkları biliniyor. Otobüslerde, odalarında veya her hangi bir anda herhangi bir yerde yorgunluktan uyuyan bir çok resim görebilirsiniz. Kısa bir internette sörf yaparsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız…

Aslında, bize çok benziyorlar. Biz Birinci Dünya Savaşında çok çekmişiz, onlar ise 2. Dünya Savaşında. Onlarında Kuzey Kore gibi bir ülke ile her an başlarına bir problem açılabileceğini biliyorlar, çünkü bütün füzeler Kuzey Kore’den Güney Kore’ye çevrilmiş durumda. Öyle yaşamayı öğrenmişler. Biz ise yıllardır terör ile boğuşuyoruz, komşu ülkelerimizin durumu ise ortada.

İnsani özelliklerimizde de çok benzerlikler var, karşımızdakine inanılmaz derecede saygı duyar ve sevgi besleriz. Onların saygılarını gördükçe zannediyorsunuz ki Anadolu insanı karşınızda…

Onlardan çok öğreneceğimiz şeyler var, en azından çalışkanlık kısımlarını taklit etsek, bu bile bizim için ilk adım olarak başarıdır. Biz çok konuşur az üretiriz. Bu safsatadan kurtulmamız gerekiyor artık…

Ayla filmini izlerken hayal dünyama takılanlar bunlar işte…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş