Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Ben bıktım be Usta!

Yayınlanma

Tarih

Son günlerde yine ülkeme ağlıyorum, yine karabulutlar dolaştı sinsice… Ülkeme ihanet edenleri düşündükçe kahroluyorum…

Geçmişe bakıyorum; nerelerde hatalar ettik de bu gün bütün bunları yaşıyoruz diye soruyorum kendi kendime…

Geleceğimizden çalanlara veryansın ediyorum, körpecik ruhların “darbe” kelimesinden bile ne kadar etkilendiklerini düşündükçe darbecilerin ihanetine karşı kinim içimde büyüdükçe büyüyor.

Ümitsizliği aşılamaya çalışanları seyrediyorum; TV programlarında her önüne gelene atıp tutanları, hiçbir projesi olmadan ya da problemlerin çözümünü araştırmadan, sadece kendini pazarlamaya çalışanları gördükçe onlar adına üzülüyorum. Silkelenip kendimize gelmemiz için belki de bu günleri görmemiz gerekiyordu diye iç muhasebesi yapıyorum…

Müslüman ülkelere üzülüyorum, her birinin ayrı dertlerinin olduğuna şahit oluyorum. Her birimizin ayrı yönlere savrulmamıza gönlüm elvermiyor, artık beklediğimiz “bahar sabahı” gelsin, tüm dünyada barış olsun, mazlumlar korunsun diye masum masum dualar ediyorum.

Seccademin beni bu kadar özlediğine yeni şahit oluyorum; gözyaşlarım ne kadar kurumuş, akmakta bile zorlandığını yeni anlıyorum… Oysa gözyaşları insanın kalbini yumuşatır, bunu sadece teorik olarak biliyormuşum da haberim yokmuş, yeni yeni anlıyorum…

Bayrağım ile bu kadar hemhal olduğumu hiç hatırlamıyorum, demek ki oda bana küsmüşmüş, onunla barıştığıma seviniyorum. Türkü, Kürdü, Lazı, Alevisi gibi bizi ayırt etmeye çalışan nifak tohumlarına karşı beraberce “Ölürüm Türkiye’m” türküsünü söylemeyi ve beraberce yürümeyi, “Demokrasi Nöbetleri” tutarak birlik ve beraberliğimizin ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya ve kendimize hissettirmenin ne kadar gurur verici olduğunu düşündükçe seviniyorum, umut doluyorum…

İslamiyet’in yaşantı dini olduğunu hep savunuyoruz, ama uygulamada hep eksikliklerimizin olduğunu hatırlıyor, eksikliklerimin neler olduğu hakkında fikir jimnastiği yaparak eksiklilerimi gidermek için çabalamaya ant içiyorum…

Gıybetin; ne kadar büyük günah olduğunu biliyorum, ama yanımda gıybet edenleri neden susturmadığımı düşündükçe içim içimi yiyor, hayıflanıyorum…

Hele yanımda; başkalarına bile bile iftira atanları neden odamdan kovmadığım, aklıma geldikçe kendimi yiyip bitiriyorum…

Sabahtan akşama kadar bomboş oturup ahkâm kesenler aklıma geldikçe çıldırıyorum. Neden diyorum, onları çalıştırmak için bir şeyler yapmadım, ya da yapamadım mı acaba diye iç muhasebesi yapıyorum.

Ülkeme dil uzatanları, ekmeğini yiyip suyunu içmelerine rağmen hala “devlet böyle yapıyor, hükümet şöyle yapıyor” diye demokrasiyi hiçe sayıp, ispatsız, kayıtsız,  belgesiz konuşanları, hırsızlık ile itham edenleri,  neden dinlediğimi ve neden onlar için önlem almadığım hakkında kendimi sorguluyorum.

Ülkemde neden çok az insan, çalışıp üretirken, genelde diğer insanlar sadece konuşarak çalışanların hakkına nasılda kaygısızca tecavüz edebiliyorlar anlamaya çalışıyorum… Aslında anlamaya çalıştığım belki de neden böylelerinin daha fazla itibar gördüğü, ya da ben daha çok itibar görüyorum hislerine kapılmalarına dahi anlam veremiyorum…

Bir arkadaşımın sorusunu hiç unutamıyorum. “Neden bu kadar çok çalışıyorsun, bir nedeni var mı?” Çalışmadığım bir yerden soru sormuştu da cevaplayamamıştım, yutkundum, neden çok çalışmıştım ki acaba, bir nedeni var mı? İçimde bu soruların cevabını bulmak için de çok çalışmıştım. “Sadece ülkem için çalıştım” dedim. Zaten şu ana kadar da hiçbir insanın takdir ettiğini görmedim, demek ki bazı hizmetler takdir edilmek için yapılmıyormuş, “Allah Rızası ve Vatan Sevgisi” yetermiş onu şimdi daha iyi idrak ettim…

İnsanların vefasız olmasına, tebrik etmemelerine, takdir duygularının olmamasına zamanla alışıyorsun. Bazen içimden diyorum “Ben bıktım be Usta”. Her şeyi bırakayım, diğer insanlar gibi sadece konuşayım, yapanları eleştireyim, kendime zaman ayırayım, nasılsa değer bilinmeyecek diyorum. Ama işte yapamıyorum işte be usta… Yapamıyorum… Çünkü benim çalışma azmim, Allah rızasından, vatan sevgisinden, yetişme tarzımdan ve sorumluluk bilincimden geliyor Ustam…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş