Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

BİR İLAÇ KİMYASI KONGRESİ DAHA BÖYLE GEÇTİ

Yayınlanma

Tarih

21-23 Mart 2014 tarihleri arasında Antalya’da “2. İlaç Kimyası Kongresi” programına katıldım. Ana teması “İlaç AR-GE Faaliyetlerinde Temel Araştırmaların Önemi” idi. Bu alanda çalışan değişik üniversitelerden bilim insanları, sağlık ve ilaç üreticileri, kamu ve özel sektör uzman ve temsilcileri gibi çok renkli katılımcılar vardı. Gerçekten çok önemli bilgiler edindim. Kısa notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İlaç sektörü; beşeri ve veteriner hekimlikte tedavi edici, koruyucu ve tanı amaçlı olarak kullanılan sentetik, bitkisel, hayvansal ve biyolojik kaynaklı kimyasal maddeleri, beşeri tıbbi ürünler teknolojisi ve iyi imalat uygulamaları, iyi laboratuar uygulamalarına uygun olarak üreterek tedaviye sunan bir sanayi dalıdır. İlaveten, dünyanın en yüksek bütçesine sahip olan endüstridir. Ne yazık ki ülkemizde ilaç AR-GE çalışmalarının yetersiz olduğu, gerekli maddi desteğin sağlanamadığı, Faz 0 ve Faz 1 çalışmaları için bir iki örnek dışında maddi desteğin olmadığı notlarım arasında idi.

1928 yılında Alexander Fleming’in ilk antibiyotik olan penisilini küf mantarından tesadüfen keşfetmesi ile tıp dünyası müthiş bir gelişme kaydetmiş ve keşfedilen antibiyotiklerin bakteri ve virüsler ile savaşı başlamıştır. Bu savaş daha çok süreceğe de benziyor.

Son zamanlarda artan hastalıkların tedavisi bilim insanlarını yeni ilaçlar keşfetmeye yöneltmiştir. Sentetik organik ve ilaç kimyasında bileşiklerin sentezleri, sentez yöntemlerinin gelişmesinin ilaç endüstrisine yarayacak çalışmaların ne kadar hızlı geliştiğini gördüm. Çok önemli sentezler gerçekleştirilmiş ve bunların uygulanabilirliği üzerine birçok çalışmalar yapılıp hem sözlü hem de poster olarak sunulmuştur. Maliyetinin düşmesi durumunda, yüksek çözünürlüğü ve seçiciliğinden dolayı peptidlerin ilaç araştırma ve geliştirme çalışmalarında giderek öneminin arttığı da görülmektedir. Çağımızın hastalıklarının başında gelen Kanser ile ilgili tedavi yöntemlerinden, tıbbi ve kimyasal tedavilerinin yanı sıra alternatif yollardan bitkisel tedaviler ve kürler ile ilgili ilginç çalışmaları da not ettim.

En çok tartışılan metotlardan birisi “Kemoterapi” idi. Çünkü bu tedavi metodu sağlıklı hücrelere de zarar vermektedirler. Bu zararlı etkileri en aza indirecek şekilde enzimatik ilaçöncü (prodrug) bileşiklerin aktivasyon çalışmaları beni umutlandırdı. Kanser tedavileri için geliştirilen ilaç öncü (prodrug) bileşiklerin aktif ilaçlara (drug) dönüştürülmesinde oksidoredüktaz enzimlerinin kullanıldığı, Biyolojik aktivite ve DNA çalışmaları gibi ile ilgili detaylı bilgiler de edindim.

Bilgisayar destekli ilaç tasarımı, son yıllarda özellikle de çağımızın hastalığı olan kanser çalışmaları üzerine dikkate değer bir şekilde gelişmeye başlamış. Çalışmalarda bilinen ilaçların topoloji ve etkileşim enerji değerleri göz önünde bulundurularak bağlanma enerjileri en düşük olacak şekilde yeni ilaçlar tasarlamak ve verimliliği artırıcı yöntemler bulmayı hedeflemişler.

İlaçlar ve kimyasalların sayısının hızla artması ve bu maddelerin doza bağımlı olarak toksik etki oluşturabileceği de önemli bilgiler arasında idi. Lütfen fazla doza dikkat!…Gereksiz ilaç kullanmayalım.

Beyinin bazı bölgelerindeki hücrelerin yavaş yavaş kaybolması sonucu hafıza, konuşma, insanları tanıma gibi pratiklerin zayıfladığı ve davranış bozukluklarının bir ileri yaş beyin hastalığı olan Alzheimer ile ilgili tedavi metotları ve sentez çalışmalarını da ilgi ile takip ettim.

İlaç üretiminde kullanılan aktif ve yardımcı hammaddelerin depolanması için gerekli şartlar; GDP kurallarına göre depolanması gerektiği, temizlik programları, talimatları ve kayıtlarının olması gerektiği, böceklerin ve kemirgenlerin veya diğer hayvanların içeri girmesini önleyecek şekilde tasarlanması ve teçhizatlandırılması gerektiği, depo sıcaklığının 25-30 oC’de ve orijinal etiketlerin olması gibi şeylerde  notlarım arasında önemli yer tutan bilgiler arasında bulunuyor.

Yukarıda özet olarak kaleme aldığım bilgileri, gerek sözlü ve gerekse poster olarak sunan katılımcıların isimlerini ve çalışmalarını www.ilackimyager.org sayfasından rahatlıkla bulabilirsiniz. Gerçekten çok önemli bilgiler var. Bu kongrede emeği geçen, başta Kimyagerler Derneği Başkanı sayın Prof. Dr. Çetin Güler olmak üzere, Kongre Başkanı Ramazan Altundaş, Kimyagerler Derneği ve Organizasyon Komitesini bu güzel organizasyonlarından dolayı tebrik ederim.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş