Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bir Kurban Bayramı Daha Mesajlaşma ile Geçti!

Yayınlanma

Tarih

Yine bir “Kurban Bayramı” bizler için heyecanlı ve bir o kadar da telaşlı geçti.

Telaşlanmamak mümkün değil, çünkü günler öncesinden kurbanınızı seçiyorsunuz, büyük baş hayvan alacaksanız ortaklarınızı ayarlıyorsunuz. Keseceğiniz yer önemli, kasap daha da önemli tabi ki…

Sizi en heyecanlandıran şey ise kestiğiniz kurbanın ihtiyaç sahiplerine ulaşması. İbadetinizi yaparken paylaşmanın verdiği mutluluk.

Dağıtacağınız kurban payları ile yılda bir sefer et yiyecek insanların size edeceği duaları düşünün…

Ya da onların o zor şartlarda yaşadıklarını, fakirliğin ne kadar zor olduğunu ve birbirimize yardım etmemizin insani ve dini görevimiz olduğunu düşünüp, en azından yüreğinize vereceği hazzı hissedin…

Kızılay’a, Mehmetçik vakfına, Türk Hava Kurumuna ya da resmi hayır kurumlarına verdiğiniz kurbanların fakirlere ya da öğrencilere gidecek olması da size ayrı bir mutluluk verecektir.

Dini vecibemizi yerine getirmek ayrı bir tattır. “Allah(cc) istedi” bizde kulları olarak yerine getirdik deriz. “İnşaAllah Sırat Köprüsünde bineğimizdir” deyip bu ibadetimizden lezzet alırız…

“Kurban Bayramı” dini vecibemiz yanında bir sosyalleşme projesidir de aynı zamanda. Etimizin üçte birini veririz. Üçte birini ise yılda sadece bayramlarda gördüğümüz eşimize dostumuza, akrabalarımıza, dostlarımıza ayırırız. Geri kalanını da ailemiz ile yeriz. Ne yazık ki “Bayramlar da olmasa birbirimizi tamamen unutacağız” sözcükleri düşüncelerimizi kaplıyor değil mi?

Amma velakin, televizyon, radyo programlarına ya da sosyal medyaya bakıyorum da kurban bayramını bize başka anlatıyorlar sanki.

Bir tarafta acemi kasaplar,

Diğer tarafta yaralanan ve hastaneye kaldırılanlar…

Ya da bir boğanın kızdırılıp insanlara saldırmasını heyecanla çekenler,

Kendimi arenada boğa güreşi seyreder gibi hissediyorum.

Ya da anlı şanlı İlahiyat profesörlerinin kurban bayramında kurban kesmenin dinimizde yeri olmadığını anlatma telaşları,

Sahi bir profesör de bize kendisi kesmemesine rağmen “horoz da kesebilirsiniz” fetvasını vermemiş mi idi?

Gülüyorum, ağlanacak halimize…

Arakan Müslümanlarına yapılan zulümleri gösteriyor programlar. Çıplak Müslüman cesetleri servis ediliyor, altına da yazılıyor; “Arakan Müslümanları için dua edelim”. Hiçbir resme bakamıyorum. İçim açıyor…

Allah’ım nasıl bir imtihandan geçiyoruz. Yanan cesetler, çıplak ve işkence görmüş Müslüman cesetleri. Bunları kim çekiyor ve servis ediyor bilmiyorum. Ama paylaşanlar da hizmet ettiğini zanneden Müslümanlar. Tabi ki Arakan ’da ki Müslüman kardeşlerimiz için bir şeyler yapmalıyız ama bu tip resimleri paylaşarak değil…

Bu konuda daha dikkatli olmamız gerekiyor. Herhangi bir insan, işkence görüp öldürülse, o cesedinin tüm dünyaya servis edilmesini asla istemez. Siz ister misiniz? Birde bu noktadan düşünün lütfen.

Hele de bu kurban bayramında bu tip resimlerin ve videoların paylaşılmasını doğru bulmuyorum.

Kurban bayramı ile ilgili yüzlerce mesaj alıyorum. O mesajlara cevap vermek saatlerce vaktimi alıyor. Büyüklerimi hemen arayıp seslerini duymak ve bayramlarını kutlamak istiyorum. Küçüklerimin de beni aramasını bekliyorum. Ama aynı mesajın yüzlerce insana gönderilmesi daha kolay olduğundan dolayı hemen hemen herkes mesajlaşmayı tercih ediyor.

Hatta yan komşularınızın bile birbirine gitmek yerine mesajlaşması ne garip değil mi?

Ya da mesajları giderken, deniz kenarında resim çekip “tatildeyiz” diyenler yok mu? “İyi bayramlar yerine iyi tatiller diliyorum sizlere de” diye cevap yazmak geçiyor içimden.

Ama neyse…

Bir bayram daha mesajlaşma ile geçti…

Sahi mesajlaşmayı bilmeyenler ya da okuyamayanlar bayramda ne yaptı dersiniz, hiç düşündünüz mü?

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş