Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bizler atalarımızdan böyle gördük gardaş!

Yayınlanma

Tarih

Yıllar önce Macaristan’ın başkenti olan Budapeşte’yi bir grup üniversiteden akademisyen arkadaşım ile ziyarete gitmiştik. O  tarih kokan başkent,  en çok merak ettiğim yerlerden biri idi. Tuna nehrinin güzelleştirdiği, Buda ve Peşte’nin birleşmesi ile bu harikulade bir şehir oluşmuştu. 1526 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilerek bir buçuk asırlık bir Osmanlı hâkimiyetinde iken 1686 da elden çıkmıştır.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde bu şehir detaylıca anlatılmış fakat ne yazık ki Osmanlılar zamanında yapılan camiler, hanlar, hamamlar ve medreseler gibi tarihi yerler şu an günümüzde yıkılmışlardır.

Benim en fazla merak ettiğim yerlerden biri ise; Mehter Marşlarımız da bile yer edinmiş olan Estergon kalesi idi. Sabırsızlık ile oraya gidip geçmiş tarihimizin izlerini, orada yaşanan savaşları hissetmek istiyordum. İlk izlemim; gerçekten de çok sağlam ve gizemli bir kale olması idi. Alt tarafları uçurumdu ve o kalenin fethedilmesi normalde mümkün görünmüyordu. “Kim bilir ne savaşlar olmuştu bu kale etrafında ne hatıralar gizlidir bu soğuk duvarlar arasında” diye düşünmeden edemiyor insan.

Etrafınıza baktığınız zaman özellikle de aşağılarda hanları ve hamamları görüyorsunuz. Osmanlılar kaleyi fetih eder etmez ilk yaptıkları iş; fakir halk için hanlar yapıp çorbalar pişirmişler, banyo yapmaları için de hamamlar yapmışlar. Gurur verici bir an idi yanımızdaki rehberin bunları bizlere anlatması.

Beni heyecanlandıran ve içime sığmayan hatıram ise; Estargon kalesinden aşağı inerken yaşlı bir Macar teyzenin sözleri idi. Hala kulaklarımda çınlıyordu o tatlı sohbeti. Arkadaşlar ile Türkçe konuşarak kaleden aşağı iniyorduk ki bizleri durdurdu, bozuk ama bir o kadar tatlı bir İngilizce şivesi ile “evlatlarım galiba sizler Türksünüz, ecdadınız ile ne kadar gururlansanız azdır. Osmanlı ordusu buraları fetih ettiği zaman, yakmamışlar yıkmamışlar, zafer sarhoşluğu yaşamamışlar, bizlerin rahat yaşamamızı sağlamak için hanlar hamamlar yaparak, hayatımıza hiç karışmamışlardır, dışlanmamışız,  o yüzden ben sizleri ve ülkenizi çok seviyorum, tarihinizle, atalarınızla ne kadar gurur duysanız azdır ” diyerek en öndeki arkadaşımızı yakalamış ve boynuna sarılmıştı…

Bu sahneyi asla unutmamıştım, ömrüm boyunca da unutacağımı sanmıyorum.

Bu tip olayları ecdadımızın fethettiği bütün topraklarda yaşanmıştır. Yukarıda bahsettiğim sadece çok küçük bir hatıram idi.

Kış ayındayız, hava buz gibi. Dışarıda değişik şehirlerimize göre; kar, yağmur ya da don var. Bizler evlerimizde sıcacık yataklarımızdayız. Ama dışarıda yardıma muhtaç insanlar var, evsizler, savaştan kaçanlar, yetim kalanlar, aç kalmamak için her türlü zorluğa direnenler ya da kendilerini feda edenler…

Askerlerimiz sınırımız dışında, adalet götürmeye, sınırlarımızın güvenliğini sağlama almaya ya da oradaki mazlumları korumaya gitmişler. Şehit haberlerimiz yüreğimizi kor gibi dağlıyor. Bazıları diyor; “bu bir maceramı ne işimiz var oralarda” birileri ise daha farklı düşünüyor” tabi ki oralarda olacağız, bizler her zaman mazlumun yanında yer almışız” ya da “Türkiye’ye komşu ülkelerimizin ihtiyacı var” gibi farklı düşünceler, farklı görüşler uzadıkça uzuyor…

Tarih boyunca her mazluma yardım etmişiz, her müşkülde olan kişinin yardımına koşmuşuz. Bu bir gün Fransa olmuş, bir gün Irak ya da şimdiki gibi Suriye ileride hangi ülke olur bilmiyorum. Bizler yaşadığımız müddetçe de hep yardım edeceğiz. Çünkü damarlarımızda vardır bu yardım etmek duygusu. Asla da değişmeyecektir. Çünkü bakıyorum oğlum ya da kızlarım da aynen benim gibi düşünmeye başlamış…

İşte bizler atalarımızdan böyle gördük gardaş, binlerce yıl bu şekilde yaşamışız, yıllar geçse de değişmeyecek. Atalarımızdan böyle görmüşüz, hep iyilik yapmışız, iyilik düşünmüşüz, içimizde bir kötülük olmamış, aldanmışız ama asla aldatmamışız. Genetiğimizde vardır bu yardım etmek duygusu. Ama ne yapalım, biz böyleyiz işte…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş