Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bor minerali geleceğimizdir!

Yayınlanma

Tarih

Bor kelimesi ile lise yıllarımda öğrenci iken tanışmıştım. Dersin hocası bor mineralinden bahsederken gözlerinin içi gülüyordu. Nasıl gülmesin ki, gurur ile söylediği “Dünyadaki Bor rezervlerinin yüzden yetmişten fazlası Türkiye’dedir” cümlesi hala hafızamdadır. Gerçekten de dünyanın en zengin boraks (Kimyasal formül Na2B4O7•10H2O doğal bir mineraldir) yatakları;  Türkiye’nin orta ve batı bölgeleridir. Balıkesir’de Sultançayırı ve Bigadiç, Eskişehir’de Seyitgazi (Kırka) ve Kütahya çevresinde önemli çıkarım alanlarındadır. Türkiye’de büyük çapta boraks üretimi, 1968’de Bandırma’da Etibank Boraks ve asitborik fabrikalarında, önce kolemanitten başlayarak yapılmıştır. Öğütülmüş kalsine kolemanit, Na2CO3 ve NaHCO3 ile reaksiyona sokulur, tepkime sonucu oluşan CaCO3 çamurunun süzülmesiyle geriye kalan ana çözelti kristallendirilir. Ayrılan kristaller kurutulur ve torbalanır.

Medeniyetlerin ortaya çıkışından (M.Ö. 8. yy) bu yana kullanıldığı bilinen Bor minerali ve onun türevleri olan bileşikler; tarımdan sanayiye, camdan seramiğe, tekstilden otomotive, elektronikten nükleer sanayiye, tıptan ilaç ve kozmetik sanayiye, enerjiden inşaat sektörüne, iletişim araçlarından temizlik ürünlerine kadar çeşitli endüstri dallarında farklı malzeme ve ürünlerin üretiminde kullanılmaktadır. Böyle birçok alanda kullanılabilir olmasından dolayı günümüzde büyük önem taşımaktadır. Bunların yanında, bor bileşiklerinin sentezi bilimde ve teknolojide sahip oldukları geniş uygulama alanlarından dolayı da son yıllarda oldukça yaygınlaşmıştır.

Dünyada 4 önemli elementel bor üreticisi vardır: Thronox (A.B.D), S.B. Boron (A.B.D),  H.C. Starck (Almanya), Pavezyum Kimya (Türkiye).

Dünyada bor kullanımının sektörel dağılım grafiğine baktığımızda ise en fazla cam sanayide kullanıldığını görüyoruz. Ancak ikinci en fazla kullanım değeri diye belirtilen kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinin yer aldığı kısımdır. Dünyada %28 oranla ikinci en fazla bu alanda kullanım söz konusudur.

Yapılan araştırmalar borun toksik etkisinin çok düşük olduğunu göstermiştir.  Borun akut etkisi 15-30 g boraks veya 2-5 g borik asit doğrudan alınırsa ortaya çıkmaktadır. Kronik etkisi açısından günde 3 g borik asit veya 5 g boraksın etkisinin olmadığı, 5-10 g boraksın sadece protein metabolizmasını etkilediği ve idrardaki azot miktarını artırdığı gözlenmiştir.

Borun toksik etkisi; yetişkinlerde baş ağrısı, kusma, ishal, heyecan veya depresyon, çocuklarda ise daha çok havale, koma gibi beyin zarı tahribi etkileri şeklinde görülmektedir. Parmak uçlarında görülen pembe renk, bor ile zehirlenmeye işaret eden karakteristik görünüşlerdir.

Tıptaki uygulamalarından hareketle çoğu boronik asitlerin diğer organik bileşiklere kıyaslandığında ise belli bir toksisitesi yoktur.

Sudaki az bir miktar çözünürlüğü düşük seviyeli toksisite gösterir, ama bu da böbrekler tarafından büyük oranda atılır. Yağda çözünebilen daha büyük boronik asitler orta derecede toksiktir. Boronik asitlerin çevreye karşı bir tehdit oluşturucu yönü de yoktur.

Çocuklar, yetişkin insanlar, tavşanlar ve fareler üzerinde yapılan pek çok araştırma ile borun deri (hasar görmemiş) yoluyla emiliminin olmadığı rapor edilmiştir.

Besinler ve içme sularıyla bor alımının normal bir sonucu olarak insan dokularında ve vücut sıvılarında bor bulunmaktadır. Bor kemiklerde birikim yapabilmektedir. Kas, doku, kalp, akciğer ve bağırsak daha az miktarda bor içermektedir.

Kan ve idrar analizleriyle bor miktarı ölçülebilir. Ne var ki bunun yarar sağladığı söylenemez; Çünkü vücuda giren maddenin tamamına yakını 1-2 gün içerisinde idrarla atılır. Kanda 0,00 – 0,74 µg/ml, idrarda 0,38 – 7,80 µg/ml arasında değerler rapor edilmiştir

Borun mineral olarak çeşitli gıdalar yoluyla insan hayatında zaten var olduğunu ve borca fakir diyetle beslenilmesi halinde ise ciddi sağlık problemler ortaya çıkmaktadır.

Boru daha çok sebzeler ve meyveler yoluyla alıyoruz. Borca zengin sebze ve meyvelerin tüketilmesi ‘sağlığımızın garantörü’ niteliğindedir. Bugün özellikle meyvelerden elma, armut, erik, hurma, kuru üzüm, kara üzüm ve portakal mutlaka fazla tüketilmelidir, çünkü borca zengin besinler arasındadır. Sebzelerden fasulyenin yaşı ve kurusuyla her türlüsü, nohut ve mercimek mutlaka tüketilmelidir. Zeytin, soğan ve patateste bol miktarda, kahvede de sınırlı miktarda bor vardır.”

Borun insan vücuduna doğal olarak yiyecek ve içeceklerle ağız yoluyla, tozlarla solunum, krem ve ilaçlarla deri yoluyla girmektedir. Vücuda nasıl girerse girsin, %90-95 kadarı vücutta birikmeden hemen idrar ile dışarı atılmaktadır. Yalnızca kemik, tırnak ve kıllarla, karaciğer ve dalak gibi organlarda birikmektedir. Kanser v.b hastalıklara sebep olmamasının temel nedeni de budur.

Özellikle göz iltihaplanmalarında sterilizasyon gereci olarak kullanılır. Bazı merhemlerin yapımında, Nükleer tıpta, borla nötron aranmasında kullanılır. Bor, tıpta aralarında çeşitli kanser hücrelerinin yok edilmesinin de bulunduğu çeşitli hastalıkların tedavisinde de kullanılmaya başlanmıştır. Bor, yakın bir zamanda kanser tedavisinde kullanılmak için önerilmiş ve onay almış bir ilaçla beyin tümörlerinin tedavisini başarıya ulaştırılabilmiştir.

“Avrupa ülkeleri ve ABD’de geliştirilen özel ürünlerle bor, hastalara gıda takviyesi olarak kullanılarak, kemik gelişim koordinasyonu sağlanabiliyor. Yine allerjik reaksiyonlara karşı da bor bileşikleri kullanılabilmekte. Üreme sistemindeki mantarlara karşı güçlü antifungal etkileri var. Borik asit, boraks, kolemanit ve üleksit gibi bor bileşiklerinin insan dokularında genetik ve biyokimyasal etkilerini araştırılıyor.

Özellikle ülkemizdeki bor rezervi düşünüldüğünde ülkemiz ekonomisi açısından bor bileşiklerinin ne kadar önemli bir yere sahip olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bor minerali geleceğimizdir ve bilim adamlarımızın bu alana çok daha fazla yoğunlaşması gerekmektedir.

Referanslar

1-      Hall, D. G. (2005). Structure and properties of boronik asit derivatives. In D. G. Hall (Ed.), Boronik Asits. Weinheim: WILEY-VCH Verlag GmbH..M. Kelly, in, University of Bath, Bath / UK, 2008, pp. 220.

2-      http://www.boren.gov.tr/tr/bor/kullanim-alanlari.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş