Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bu Bayramda Gelemedim

Yayınlanma

Tarih

Bayram kelimesini duyduğumuz zaman içimiz bir hoş oluyor, bayramı beklemek, küçük büyük fark etmiyor aslında, bir heyecan veriyor…

Küçüklüğümü hatırlıyorum da rahmetli babam senede iki defa güzel ve şık kıyafetler alırdı, iki bayramda da. O yüzden bayramın gelmesini çok isterdim, Hele para veren amcalar yok mu, onlar benim için her zaman öncelikli idiler. Çok küçük para da olsa bayramın bir simgesi idi paralar, tabi ki bir de şekerler. Sahi hatırımda onlar kalmış hiç unutamadığım, birde o gül kokulu şerbetler, tabi ki bazı evlerde ikram edilen, iki bisküvi arasına koyulan lokumları unutmak da mümkün değil. Bayram namazına annem en az bir saat önceden uyandırırdı, “Oğlum! hadi kalkın erkenden gidin ön saflara yerleşin” derdi.

Bayram namazından sonra imamın halka oluşturacak şekilde bayramlaşma merasimi de müthiş bir şeydi, küçücük ellerim ile büyüklerin ellerini sıkmak bana acayip bir zevk veriyordu, sanki büyümüştüm ve ya değerli hissediyordum kendimi. Hiç tanımadığım veya çok iyi tanıdığım insanlar ile bayramlaşmak, onlar ile değişik açılardan sohbet etmek, akrabalarımı yılda iki kez bile olsa ziyaret edip hal hatırlarını sormak, derslerimin arasında bir nefes almak gibi idi.

Bayramlar aslında hayatımızın sadece işten veya  yemek içmekten ibaret olmadığını da anlatıyor. Diyor ki; senin bir çevren var, ailen var, akrabaların eşin dostun var.

Bazen kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki yoğun hayata, kendi ailemizi bile unutuveriyoruz. Çocuklarımıza zaman ayıramıyoruz, eşimiz çok önemli bir şey söyleyecek olsa, sonra konuşalım, çok yorgunum diye kestirip de atabiliyoruz, bu sonralar uzayıp gidiyor; yarınlara garantimiz varmış gibi…

İşte tam burada bayramlar imdadımıza yetişiyor, diyor ki senin ailen var, çevren arkadaşların var, yoğunluktan hiç hatırını soramadığın annen ve baban var, sende bir zamanlar çocuktun, el öpmek için büyüklerini kollardın, ve yarın sende yaşlanacaksın, ve seni soran insanları bekleyeceksin. Böylece bir silkeleneceğiz… “Ya ne oluyor?” diyeceğiz, belki de bir hesap soracağız kendi kendimize, çeki düzen vereceğiz…

Ya da bunları hiç düşünmeden bir  tatil beldesine gidip cep telefonunu da kapatıp, sadece yiyip içip gazetemizi okuyacağız… Yarınımızı düşünmeyerek…

Her iki bayramda fakirleri düşünme ayı, Ramazan Bayramında zekat ve fitrelerinizi veriyorsunuz, Kurban Bayramında ise yılda bir sefer mutfaklarına girecek olan etlerinizi fakirlere dağıtıveriyorsunuz. Tabi bu arada kurban kesme ile ahkam kesenler de var, ne gerek var diyenler ya da katliama dur deyin diyenler. Bunlar ya medyatik olma peşindeler, ya da fakirin ne halde olduğunu bilmiyorlar, belki de gerçekten kurban bayramının sosyal boyutunu anlayamıyorlar veya anlamak istemiyorlar…

Keşke her bayramda küçüklüğümde yaşadığım gibi dedemin evine gitse idim; bütün akrabalarım ile bayramlaşıp, kurbanımı kesse idim, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpse idim.  Kurbanımı en yakınlarımdan başlayarak dağıtsa idim.  En yakın akrabalarımı, yakın dostlarımı unutmadım, bakın birlikteyiz evinizdeyim, bir çayınızı içmeye geldim, dese idim. Bunu yapanlar ne kadar şanslı aslında değil mi?

Bayramda anne babasının elini öpenler! Ne kadar şanslı olduğunuzu tekrar tekrar düşünün. Elimizdeki değeri bilelim, mesajlaşmayı bırakıp direk telefon ile eşimizi dostumuzu arayıp hal hatır soralım…

Memleketlerimizde olmasalar bile, en yakın komşumuzdan başlayıp bayram ziyaretlerine gidelim, çocuklarımızı o şekilde yetiştirmeye çalışalım. Yoksa yarın  bizde yaşlanacağız ve kapıdan onların gelmesini beklemek ile geçecek ömrümüz, haksız mıyım?…

Bu bayramda gelemedim anacığım, Hakkını helal et, iyi bir evlat olamadığımı biliyorum ama seni çok seviyorum.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş