Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

“Elveda DÜBTAM” diyorum, ne olur kızma olur mu!

Yayınlanma

Tarih

Zaman ne kadar hızlı geçiyormuş; 8 yıl, dile kolay… O çamura aldırmadan ilk temeli attığımda ne kadar heyecanlanmıştım.

Hayatımın projesi idin, idealim gibi de oldu, dünya standartlarına ulaşmıştık o büyülü araştırma laboratuvarımız ile.

Düşünün 8 yıl önce ne asistanımız, ne de beraber hareket edeceğimiz ve özverili çalışacak öğretim üyeleri vardı. Hatta yazılarımı yazacak sekreterim bile yoktu ilk zamanlar. Günde sekiz saat yetmiyor, bazen gece on birlere kadar kalıyordum. Çünkü Dicle Üniversitesinin en büyük araştırma laboratuvarının projesini yazıyorduk küçük bir ekip ile. Onlar gittikten sonra da tek başıma hepsinin üzerinden geçiyor varsa yanlışları düzeltiyordum.

Binanın yapımı, aletlerin isimlerinin belirlenmesi, teknik şartnameler, ihale süreçleri, tatlı bir telaş ve yorgunluktu. Tüm bu telaşı, heyecanı anlamaya kelimeler yetmez, yaşamak lazım…

Başlarda insanlar inanmıyordu, bu proje hayata geçemez diyorlardı. Ancak bina kendini göstermeye başlayınca, bu sefer de moral bozmak için dedikodular üretiliyordu; “yok bina küçük, uzman kadrosunu nasıl bulacak vs.” Ama hayatımda hiç bir zaman ümitsizliğe yer vermedim. Dedikodulara meydan vermedim ve adımlarımı koşarak attım. Çünkü ülkemin küçük adımlara bile tahammülü yoktu, hele de bu bölgenin… Koşaradım gitmek gerekiyordu gelişmek, ilerlemek için…

Her boğa burcu insanı gibi sabırlı ve inatçı kimliğim her zaman ön plandadır, belki biraz daha fazlası… Ekibimize yeni katılanlar ile şaha kalkmaya başladık. İl içi ve il dışı sanayiciler ile toplantılar yapıyorduk, hatta Diyarbakırlı yazarları bile toplamıştım bu büyülü laboratuvarımızı tanıtmak için.

Ulusal ve uluslararası kabul edilen projeler, yurt dışından gelen ödüller ile DÜBTAM’ın geleceği parlak idi.

Doğru yolda olduğumuzdan emindik. Bu tılsımlı Diyarbakır şehrinin makus kaderini en azından bizler akademik çalışmalar ile kırmak istiyorduk. Kazakistan, Polonya, Cezayir, İran, Irak, Suriye, Amerika gibi ülkelerden laboratuvarımızı ziyarete geliyorlar ve beraber çalışmalar içine giriyorduk.

TÜRKAK ve Gıda Tarım ve Hayvancılık  Bakanlığından aldığımız “Akreditasyon Belgeleri” başarımızı taçlandırıyordu.

Kendimizi o kadar kaptırmıştık ki, dünyanın geçici olduğunu unutmuştuk ve dünyanın tadı da zehirli bir baldı.

Ama bu büyülü rüyadan o alçak darbe geçesi ile uyandık. Allah’ım bütün emeklerimiz boşa mı gidiyordu, sabah 8 akşam 8 mesaisi yaptığımız DÜBTAM’da etkilendi tabi ki.

Üzüntülü değildim, kimseye kırgında değildim. Ben ne yaptı isem, ülkem için üniversitem için yapmıştım. Bu laboratuvardan gittiğim gibi yarın, belki yarından da yakın bu dünyadan da gidecektim. Bunun bilinci ile bir ömür boyu yaşamıştım.

Eminim üniversiteme bir hoş seda bırakmıştım. Vicdanı olan herkes bu lafı söylüyor idi. Zaten alkışı hak edecek bir şey yapmamıştım ki, sadece görevimi yapmıştım. Eminim kime  görev verilse idi bu fedakarca çalışmayı yaparlardı.

Bu bayrağı alanların benden çok daha fazla çalışacaklarına eminim. Çok daha büyük projeler ile halkın ve kamu oyunun karşısına çıkacaklardır. Bizlerin eksikliklerini görüp tamamlayacaklar, bu ülkeye bir tuğlada onla koyacaklardır.

Ah DÜBTAM, sakın hüzünlenme, benim ile duygusal bağını kimse bilemez, anlamazlar bile. Her karışında emeğim olduğunu biliyorsun, o yüzden bu üzüntün biliyorum. Dile gelsen neler anlatacaksın kim bilir. Ama anlatma ne olursun, bu sadece sen ve ben, ikimiz arasında kalsın. Seni cansız zannediyorlar, öyle bilsinler be kuzum. Sana hep kuzum derdim, çünkü doğduğun günü biliyorum. Seni terk ettim sanma sakın. Biz bir ömür boyu beraberiz.O araştırmalar da alınan her ulusal ve uluslarası projede ya da ödüllerde ben de senin gibi sevineceğim. Hatta nara atacağım. “Elveda DÜBTAM” diyorum, ne olur kızma olur mu?…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş