Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

En sağlıklı beslenme, evde yapılan besinle olur!

Yayınlanma

Tarih

21 Şubat 2018 tarihinde Diyarbakır Eczacı Odasının düzenlediği “Obezite, Diyabete Giden Yolda Fruktoz Şurubu ve Sağlığımız” adlı sunumu dinledim. Sunumu veren Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin duayen hocalarından Prof. Dr. Seyhan ERSAN’dı. Gerçekten çok önemli bilgiler paylaştı hocamız. Sunumdan edindiğim notları sizlerle paylaşıyorum.

Sağlımız gerçekten çok önemli. Ne yazık ki sağlığımız gittikten sonra kendimizi tedavi etmeye çalışıyoruz. Önemli olan sağlığımız yerinde iken bize verilen emaneti korumak yani hastalanmamak…

Değerli hocamız, özellikle çocuklarımızın hayatlarının neden çok pasif olduğu konusunda bilgilerini paylaşıyor. Çocuklarımız: “sağlıklı beslenemiyorlar, ev yemeklerini tercih etmiyorlar, spor yapmıyorlar, sularını bile annelerinden istiyorlar. Bu şekilde hareketsiz bir yaşamı sürdürüyorlar. Adeta kendilerini odalarına hapsetmişler”…

“İşte bunların nedeni sağlıksız beslenmedir” diyor hocamız. Konuşmanın başlangıcı bana çok ilginç gelmişti…

Devam ediyor hocamız:

Çocuklarımız obez olmaya başladılar.

Teknolojinin gelişmesi, okulda uzun zamanlar geçirilmesi gibi durumlardan dolayı vakitlerinin büyük bir kısmını ev dışında geçiriyorlar çocuklarımız. Bu nedenle yeme ihtiyaçlarını hazır gıdalar ile gidermeye çalışıyorlar.

İşte problem tam da burada başlıyor.

Hazır gıdalarda(işlenmiş) bulunan fruktoz şurubu. Fast foodlardan tutun, içtiğimiz meyve sularına kadar, salata soslarına, keklerden, tatlılarımıza kadar her şeyin içine katılmaktadır.

Fruktoz: Mısır nişastasından kimyasal ve enzimatik olarak glikozun dönüştürülmesi ile elde edilen modifiye bir şekerdir ve D izomeridir. Elde edildiği mısır nişastasında doğal olarak bulunan bir şeker değildir.

Gıdalarda yoğun olarak fruktozun kullanılma nedeni ucuz olmasının yanında, tatlılık oranının yüksek olmasıdır.

1 kg fruktozun tadı 22 kg toz şekere denk gelecek kadar tatlıdır. Bu yüzden ürünlere fazla koymaya gerek kalmadan istenilen tat elde edilmektedir.

Fruktoz çay şekeri gibi, insülin salgılatmadığından ve hücre içine girip enerjiye dönüşmediğinden kalorisi çay şekeri ile aynı olmasına rağmen biz buna boş kalori diyoruz. Çünkü enerji vermiyor.

Aynı zamanda insüline bağlı tokluk hormonu salgılatmıyor ve açlık hormonu da baskılamadığından kişiler fruktozlu ürünü tok olmasına rağmen yedikçe yemek istemektedir. Neden aşırı kilo alıyorum? Sorusunun cevabı burada saklı değil mi?

Bu nedenle tüm işlenmiş hazır yiyeceklerde ve içeceklerde içeriklerine mutlaka bakmamız gerekmektedir.

Çünkü fruktozlu ürün organizmada bir metabolik yolağı sahip olmadığından karaciğer onu direk yağa dönüştürmektedir. Kanda yağ damlaları şeklinde dolaştığından alkolsüz karaciğer yağlanmasının nedeni hazır gıdalar ile alınan fruktoz şurubudur.

İç organlarının yağlanması ve insülin direncinin en önemli nedeni budur.

Ayrıca fruktozlu ürünler hazırlanma sırasında ısıl işleme tabi tutulduğundan “hidroksi metil furfural (HMF)” oluşmakta, bu da glikozdan yedi kat daha fazla toksik etki yapmaktadır.

Yüksek ısıda hazırlanan ürünlerde ise “akrilamid” oluşmakta ve besinlerde bulunan doğal esansiyel amino asitler (arjinin, asparajin) vücuda alınamamaktadır. Arjinin çocuklar ve ergenler için dışarıdan gıdalar ile alınması önemli olup organizmada sitrulin ve vazodilatasyon özellikteki nitrik oksite ( NO) dönüşmektedir. Arjinin amino asidi büyüme hormonlarının salgılanması, kasların ve üreme organlarının gelişmesi için önemli bir amino asittir. Bunun eksikliği bayanlarda “polikistik over sendromuna” erkeklerde ise “kısırlığa” neden olmaktadır.

Çağımızın hastalıklarından olan “Çocuğumuz olmuyor?” sorularının cevabını da almış oluyoruz..

Asparajin amino asidin eksikliği ise; beynin tahammülü, olgunluğu, sakinliği için gerekli olduğundan toplumda şiddetin nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların bir birlerine karşı tahammülsüzlükleri ya da trafikte ki anlaşılmaz davranışlarımızın nedeni belli olmuyor mu?

Karaciğeri en fazla yoran şeker: Fruktoz…

İnsanlar enerji almak için fruktozlu gıdaları tüketiyorlar, ancak organizmada fruktoz enerjiye dönüşmeyip yağa dönüştüğünden fazla yendiğinde mide bulantısına hatta baş ağrısına neden oluyor.

Enerji almak için fazla tüketildiğinde enerji alamadıkları gibi mide bulantısı ve baş ağrısına neden olması, enerji molekülünün sentezlenemediği gibi yıkılmasından ileri gelmektedir.

Fizyolojik şartlarda antioksidan defans dengesinin bozulması, önce gözü sonra ise kulağı etkilemekte olup, yaş ilerledikçe insanların göz sağlıklarını neden kaybettikleri daha iyi anlaşılmaktadır.

Hazır olarak alınan yiyecek ve içeceklerin yoğurt dâhil hepsinde fruktoz şurubu bulunmaktadır.

Kilo vermek amacıyla alınan diyet ürünlere bile früktoz katılmaktadır. Diyet ürünlerinin içeriğine bakıp uzak durmak gerekiyor.

Pizza ve Fast Food tip yiyecekler karın doyurmaya yönelik olduğu için sağlıklı değillerdir. “Bir menü alana, bir menü bedava” verilme nedeni sağlıklı olmayıp karın doyurmaya yöneliktir. Bu da kilo alma sebebidir.

“Kutu süt, ölü süt” diyor hocamız. Ne kadar doğru değil mi? O yüzden pastörize sütler kullanmamız gerekiyor.

Aldığınız ürünlerin içindekiler kısmına bakmamızı ve alışkanlık haline getirmemizi öneriyor hocamız.

Hangi cinsten olursa olsun her türlü şekerin aşırısı alındığında hastalık nedeni olduğunu belirterek evsel ürünlerde şeker pancarından elde edilen şekeri kullanmayı tavsiye ediyor.

Ayrıca sporu hayatımıza muhakkak yerleştirmemiz gerekiyor. Serotonin hormonu düzeyinin artması, stresin azalması, kasların gelişmesi ve kan dolaşımının düzenli çalışması için sporu günlük rutine sokmamızı tavsiye ediyor hocamız.

“Çayınızı şekersiz için” diye devam ediyor.

D vitamini eksikliği gribe neden olur, o yüzden öğle arası güneşte yürüyün veya 15 dakika güneşte kalın diyor.

Hatta “balıktan sonra lütfen tahin yiyin” çünkü “balıkta civa gibi ağır metaller var ise onları alır” diyor.

Son cümlesinde ise; “En sağlıklı beslenme evde yapılan besinle olur!” diyerek noktalıyor. Ne kadar doğru cümle değil mi?

Bu organizasyonu tertipleyen Eczacı Odası Başkanı Ferat Değer ve Genel Sekreteri Şehnaz Aslan’a çok teşekkür ediyorum. Bu tip faaliyetlerin devamını diliyorum.

Değerli hocam Prof. Dr. Seyhan Ersan; bu güzel sunumuz ve bilgileriniz için şahsım adına sizleri kutlar, sunumdaki bilgilerin her kesime ulaştırmak için gayretleriniz devamını canı gönülden dilerim.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş