Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Naylon Poşetler Neden Ücretlendirilmelidir!

Yayınlanma

Tarih

Yıllardır Naylon poşetler ile ilgili bilinmesi gerekenleri hem kamuoyunda hem de konferanslarımda anlatıyorum. Bilimsel gerçeklere dayanarak ve yaptığım akademik çalışmaları da sunarak “Naylon aşkı öldürür” ve “Susuz aşk yaşanmaz” adlı kitaplarımda bu konular ile ilgili tüm bilgileri topladım.

Gerçekten de çok önemli bir konu. Dışarı çıktığımızda çevremize bir bakalım. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Etrafımızda rengarenk naylon poşetlerin uçtuğunu, toprakların üzerinde olduğunu yada çöp yığınlarında çöplerin kamuflaj edildiğini,  ağaç dallarında sallanıldıklarını hatta bir hayvanın ağzında yiyecek zannederek yediğine şahit olabileceksiniz.

Peki naylon poşetler neden ve nasıl hayatımıza bu derece girmişler? Cevabı gayet basit aslında; kullanımı kolay, ucuz ve hafif olması. Bize bir rahatlık ve tembellik veriyor. Başkada bir işe yaramadığı gibi hem insan sağlığına ve hem de ekolojik dengeye büyük zararlar veriyor. Hatta naylon poşete ihtiyacımız olmasa bile bedava ya, birkaç parçayı aynı poşete koyabilecekken birden fazla poşete koyabiliyor ve eve gidince de rahatlık ile çöpe atabiliyoruz. Yada evimizin bir köşesine bir gün lazım olabilir düşüncesi ile yığabiliyoruz. Evimiz gün geçtikçe bir naylon poşet çöp evine dönüşmeye başlıyor. Ne demek istediğimi mutfağımıza girip naylon poşetleri görünce anlayacaksınız.

Çok vahim ve de gülünç olaylar ile de karşılaşabiliyoruz. Bir okuyucum pazardan alışveriş yaparken pazarcı amcaya “Amca, naylon poşete koyma, bez torba getirdim ona koyacağım” dediği zaman pazarcı amcanın biraz da alaycı olarak “kızım neden poşete koymayalım, bunların hepsi bedava” diye cevap vermesi bizim ne demek istediğimizin tam olarak anlaşılmamış olduğunu gösteriyordu.

Aslında bedava sandığımız naylon poşetlerin ücreti biz bilmeden çoktan ürünlere yansıtılmıştı bile. Sadece bizim haberimiz yoktu…

Hala naylon poşetleri bir reklam aracı olarak görenlere ne demeli.  Firmalarının reklamlarını naylon poşetler ile sergiliyorlar. Albenili, rengârenk ve ip ince naylon poşetler bir kullanımlıktan sonra yeryüzüne atılıyor. Bu atılan poşetlerinde ya kendi kendine çözünülmesi ya da geri dönüşüm ünitelerine götürülmesi bekleniyor.

Konferanslarımda yere attığımız biyo çözünür poşetlerde dahil olmak üzere, naylon poşetlerin bir müddet sonra kalınlığına göre çözünmesi gerçekleşiyor. Çözündüğü zamanda toprağın fiziksel ve kimyasal yapısını değiştiriyor. Yeni kimyasallar toprakta birikiyor. Bunlar bitkilere, hayvanlara sonra da bize geçme ihtimali oldukça yüksektir. Belli bir zaman sonrada bizlere zarar vermesi muhtemeldir.

Şuursuzca yere attığımız naylon poşetler hayvanların ölmesine de neden olabiliyor. Hayvanlar bilmeden yiyecek sanarak bunları ağızlarına götürebiliyor ve nefes boruları tıkanabiliyor, yaralanmalarına neden olabiliyoruz.

Kanalizayonların tıkanması, barajların taşması hep bu masum yüzlü naylon poşetlerden kaynaklanabiliyor.

Hele o siyah poşetler yok mu?… Siyah boya kullanılarak rengi değiştirilmeye çalışılan yerlerden, kanalizasyonlardan vs. topladığımız plastiklerden elde edilen o siyah poşet tam baş belası. Acilen tüm ülkelerin mikrop yuvası olan bu siyah poşetlerden kurtulması gerekiyor.

Geçen gün haberlerde gelecek yılın başından itibaren Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Atık Yönetmeliği kapsamında naylon poşetlerin marketlerde ve giyim, ayakkabı gibi tüm mağazalarda yasaklanacağını dile getirilmesi gündeme geldi. Ülkem için çok hayırlı olacağına inanıyorum.

Daha önce bu konu ile ilgili kamuoyuna açıklamam olmuştu. “Türkiye’de naylon poşet problemini 10 kuruşa çözeriz” demiştim. Her bir naylon poşetten 10 kuruş vergi alındığı zaman caydırıcılık olacaktı ve insanlar 10 kuruşu vermemek için naylon poşet kullanımdan vazgeçecek diye açıklamalar yapmıştım. Hala da bu yaklaşımın doğru olduğu kanısındayım.

Asıl olan çevremizin temizliğidir. Bu konu ile ilgili önlemler almaz isek, gün geçtikçe bir naylon poşetler, atık plastikler ya da başka atıklar çöplüğüne dönecek çevremiz.

Ancak halkımıza bu yasaklama ve vergilendirmeyi çok iyi anlatmamız gerekmektedir ki yanlış yönlere çekilmesin “yine mi vergiler” demesinler. Eğer gerektiği gibi halkımıza bu konu anlatılırsa eminim halkımız daha katkı verici bir şekilde bu duruma sahip çıkacaktır ve iyi bir çevreci toplum haline gelivereceğiz. Çünkü çevresini düzeltemeyen ne kendisini düzeltebilir ne de başkasına faydası olur …

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş