Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

BİTKİLERİN RENKLİ DÜNYASI

Yayınlanma

Tarih

28 Mayıs- 1 Haziran 2014 tarihleri arasında Ürgüp’de Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi tarafından düzenlenen “21. Bitkisel İlaç Hammaddeleri Toplantısı” programına katıldım. 3 gün süren sunumlara elimden geldiğince katılmaya çalıştım. Türkiye’de akademik anlamda çok güzel gelişmeler olduğunu gurur ile gördüm. Bilimsel çalışmalar hız almış, farklı alanlardaki hocaların çalışmaları araştırmalara renk katmış. Sunumlarda çok özgün çalışmalar gördüm, genç akademisyenlerimizde müthiş bir özgüven de var artık. Çok daha güzel çalışmalara yelkenler açılmış. İzlenimlerimden bazı kareleri sizler ile paylaşmak istiyorum.

Tıbbi bitkilerin tarihçesi insanlık tarihi kadar eskidir. Sümerler ve Asurlular tarafından M.Ö. 5000-3000 tarihlerinde bu bitkilerin kullanıldığı bilinmektedir. İnsan hayatında eskiden beri, bitkiler önemli rol oynamaktadır ve rol oynamaya devam edeceği de görülmektedir. Dünya pazarında tıbbi bitkilere olan talep her geçen gün giderek artmaktadır. Tıbbi ve aromatik bitkiler asırlardan beri kozmetik, gıda, çeşni, ilaç ve şifa vermek amacı ile kullanılmaktadır. Bu tür bitkiler eczacılık ve parfümeri sanayide en eski kullanımı olan bitkilerdir. Bitkisel ilaçların hammaddeleri genellikle tıbbi aromatik bitkiler grubuna girer. Günümüzde de yeni ilaçların keşfi ve doğal tedavi yöntemleri için belirgin bir kaynak olan bitkilere olan ilgi gün geçtikçe artmaktadır. Özellikle son yıllarda eczane raflarında bitki kaynaklı besin takviyeleri ve kozmetik ürünler yer bulmaktadır.

En önem verdiğim bilgilerden birisi;  Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (UCN) ve Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) 1993 yılında hazırladıkları Guidlines on the Conservation  of Medicinal Plants  kitabında öncelikle her ülkenin kendi tıbbi bitkilerin korunması ve sürdürülebilir  kullanımı için ulusal bir strateji hazırlaması gerektiğini belirtilmiş olması. Ülkemizde de bu konu üzerinde çok hassas çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Notlarıma bakarken içlerinden biri beni çok duygulandırdı. Bildiğimiz gibi ülkemiz sahip olduğu coğrafi ve iklim koşulları nedeni ile zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Doğal olarak 12.000 vaskular bitki taksonu yetişmekte ve yaklaşık %35’i ise Türkiye’ye endemik(Endemik: Yaşam alanı belirli bir bölgeyle sınırlı, yeryüzünün yalnızca belirli bölgelerinde yayılış gösteren canlı tür ya da cinslerine denir). Bu özelliği ile Türkiye, tüm Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinden daha fazla endemik türüne sahipmiş. Bunun başlıca sebepleri olarak da, Türkiye’nin Asya ve Avrupa arasındaki konumu, dağlık yapısı, iklimi ve sulak olmasından dolayı imiş. Bu bitkilerin yaklaşık 500 kadarı da tedavide kullanılmaktaymış.

Hastalıkların önlenmesi ve hafifleştirilmesinde bitkisel ilaçların önemi gün geçtikçe artmakta olup, bu alanda yapılan çalışmaların ülke bazında stratejilerle hedeflere yönelik, sinerjik politikalar ile ilaca dönüşmesi, hem halk sağlığı hem de ülke ekonomisine katma değer sağlama yönünden faydalar sağlayacaktır. Sadece gelişmiş ülkelerde değil gelişmekte olan ülkelerde de fitoterapötik çalışmalar yaygınlaşmış.

Biyoteknoloji Federasyonuna göre renklerde anlamlaştırılmış. Bunlara göre yeşil; tarım ve gıdayı, mavi; deniz ve su ürünlerini, kırmızı; tıp ve eczacılığı kapsayan hayvan ve insan sağlığını, beyaz; enerji, çevre, kimyasal endüstriyel uygulamalarını temsil etmekte imiş.

Türkiye’de tıbbi ve aromatik bitkilerin yetiştirilmesine yönelik bahçelerin oluşturulması son yıllarda önem kazanarak devam etmekte. Ne yazık ki ülkemiz Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin bir çoğunu uygun şekilde işleyip katma değeri yüksek ürüne dönüştüremediği için büyük ekonomik kayba uğramamız gerçeği beni duygulandıran ve hüzünlendiren bir not olarak karşıma çıktı.

Son on yılda ilaç taşıyıcı sistemlerin bitkisel kökenli ilaçlara uygulanması ve tasarlanmasında çok güzel gelişmeler olmuş, bu konu ile ilgili sunumları dinlerken ise oldukça keyif aldım.

Bu konular ile ilgili detaylı bilgileri “21.Bitkisel İlaç Hammaddeleri Toplantısı, 28 Mayıs- 1 Haziran 2014 Perisia Hotel- Ürgüp” Bildiri Özet Kitapçığında bulabilirsiniz. Bu toplantıyı düzenleyene Prof.Dr. Müberra Koşar ve ekibine de teşekkürlerimi sunarım.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş