Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Hadi beden havuzumuzu temizlemeye başlayalım!

Yayınlanma

Tarih

Bugün “beslenerek iyileş kalıcı kilo ver” adlı uzman Dr. Eyyüp Yılmaz’ın kitabını bir solukta okuyorum. 2 Yıl kimyada okuduktan sonra tıp fakültesini kazanarak bitirmiş ve şuan uzman doktor olarak çalışıyormuş yazarımız. Kimya ve tıp bilgilerini birleştirince de harika bir kitap ortaya çıkmış. Bir solukta okudum. Meğerse bilmediğim çok şey varmış.

Bugün kitaptan “sağlıklı beslenmede bağırsak florasının önemi” konusunu alıntılar yaparak köşemde paylaşacağım.

Bağırsak floramız; sinir ve stresin kontrol altına alınmasında, egzama, sedef, ürtiker vb. kaşıntının engellenmesinde, şeker hastalarında kan şeker düzeyinin düzenlenmesinde, tansiyon ve diyabet hastalıklarında belirleyici, kanserin ilerlemesinde etkin rol oynamasında, obezitenin ilerlemesinde, kansızlığın oluşmasında gibi hastalıklarda hep etkin rol oynuyor.

Nasıl ki beynimiz vücudumuza birinci dereceden hâkim ise ikinci hâkimiyette bağırsaklardan imiş.

Öncelikle çok önemsemediğimiz bağırsak atıkları içinde hayat süren bakterilerden bahsedelim. Çünkü beden havuzumuzun temizlenmesi gerekiyor. Bu temizleme işlemleri de bağırsaklardan başlanmalıdır.

Yapılan çalışmalarda bağırsaklarımızda iyi ya da kötü huylu olarak söyleyebileceğimiz 500 çeşit bakteri varmış. Eğer kötü huylu bakterilerin sayısı fazla ise işte hastalıklarımız o zaman ortaya çıkıyor.

Hipokrat yıllar önce şöyle demiş; “tüm hastalıklar bağırsakta başlar, bağırsak hasta ise vücudun geri kalan kısmı da hastadır”. Ne kadar doğru bir cümle, gerçekten bağırsaklarımızın temizlenmesine ve bakımına çok önem vermeliyiz.

Bağırsaklarımızın önemi ve temizlenmesi veya temiz olması beslenmemiz ile alakalı olduğu çok açık değil mi? Yani yediklerimizden.

Peki, beden havuzumuzu nasıl temizleyeceğiz?

Buna ilk verilen cevap ise; “önce zarar verme” yani yediklerimize içtiklerimize dikkat ederek vücudumuzu koruma altına almalıyız.

İkincisi olarak ise İbni Sina’nın sözü ile cevap verilebilir; “yediğimiz ilaç, ilacımız yemeğimiz olsun”.

Ne güzel bir prensip değil mi?

Demek ki öncelikle vücudumuza gıda olarak giren kirli ve zararlı besinlerden kurtulmamız gerekiyor. Aslında zor bir şey değil. Yeme ve içmemize dikkat edersek problem çözülebilir görünüyor.

Yediğimiz, içtiğimiz yiyecek ve içeceklerdeki toksik birikintilerden kurtulmalıyız. Gün içerisinde aldığımız fazlaca toksik birikintiler önce bağırsak floramızı bozuyor, daha sonra hücre içi birikimlere, daha sonra da fonksiyonel bozukluklara yol açabiliyor. Tüm bunlara bağlı olarak da hastalıklarımız ortaya çıkmaktadır.

Çevreden aldığımız kimyasallar, ağır metaller ve besinlerin genetik yapısındaki oynamalar ile çocuklarımız daha fazla etkilenmektedirler. Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, öğrenme güçlüğü ve otizm gibi hastalıklar ile boğuşmaktayız.

Tüm bu hastalıklardan kurtulmak ve vücudumuzu temizlemek için; renklendirici, tatlandırıcı katkılı ya da koruyucu katkılı kimyasal katılan şeylerin yenilmemesi ile başlayabiliriz. Asitli içeceklerin içilmemesi, bol su tüketilmesi ve mevsimine göre sebze ve meyve tüketimi de çok önemlidir. Tabi ki fast food tarzı şeylerden de uzak durmalıyız. Früktoz şuruplu şeylerin ise tadına bile bakmamalıyız.

Sonuç olarak kitabı okuyup doğru bildiğimiz yanlışları öğrenerek vücudumuzun temizlenmesi gerekmektedir.

Bu kitabı okuduktan sonra; beden havuzumu temizlemeye başladım. Siz de geç kalmayın derim…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş